Heybeliada Ruhban Okulu neden açılmıyor

Heybeliada Ruhban Okulu neden açılmıyor; Fener Rum Patrikhanesi'nin ve Osmanlı Rum Cemaati'nin din adamı ihtiyacını karşılamak üzere 1844 yılında kurulmuş" olduğu, konuyla ilgilenen herkesin bildiği bir husustur. Pek bilinmeyen veya yeterince dikkat edilmeyen husus ise bu okulun neden kapatıldığıdır.
Lise ve yüksek kısım olarak iki ayrı düzeyde eğitim veregelen okul, Anayasa Mahkemesi'nin 1971 yılında ve doğrudan kendisiyle ilgili olmayan bir davada, özel yüksekokulların mutlaka devlet tarafından kurulmaları gerektiğinden hareketle verdiği iptal kararı üzerine, yüksek kısmının bir üniversiteye bağlanmasını istemediği için kapatılmıştır.

(Belirteyim ki, okulun böyle bir hukukî zorlamaya marûz bırakılmış olması burada yer darlığı nedeniyle tartışamayacağım ayrı bir hukukî yanlışlıktır.) O tarihten beri de okulun açılması için nasıl bir yol izleneceği, zaman zaman alevlenen tartışmalara konu olmaktadır. Taraf gazetesinde konuyu ele alan Ayhan Aktar (13.4.2009), okulun "1971 öncesi statü ile açılması konusunda ısrar" eden Patrikhane'nin avukatı Kezban Hatemi'nin görüşüne karşı, Güzel'in önerisini desteklemektedir. Buna göre okul, bugünkü anayasa ve hukuk düzenine uygun olarak, "vakıf üniversitesi" biçiminde açılabilir. Tabiî bunun için, TBMM'nin böyle bir vakıf üniversitesinin kuruluşunu düzenleyen bir kanun çıkarması gerekecektir ve bu da açıkça bir siyâsî irâde gerektirmektedir.

Heybeliada Ruhban Okulu neden açılmıyor Video Haber



O hâlde sorun, bu siyâsî irâdenin oluşmasının önündeki engelleri kaldırmakla ilgilidir. Kanımca, başkalarından söz etmek mümkünse de, bugün Türkiye siyâsetinin reformcu adımlar atmasının önündeki en önemli engel, siyâset ufkumuzu kaplamış bulunan dar "milliyetçi" bakış açısıdır. Bundan kastım, bütün sorunları ve bunları çözmek için yapılması gereken reformları ulus-devletin varlığı ve bekasıyla ve buna dâir çıkar algılamalarıyla değerlendirmektir. Güzel'in "Heybeliada Ruhban Okulu Nasıl Açılabilir?" başlığı altında yer verdiği görüşlerinde de bu yaklaşımın belirleyici olduğu görülmektedir. Şöyle ki: Bir kere işe, okulun "geçmişteki sabıka dosyası bir hayli kabarıktır" diye girilmekte, daha sonra açılması hâlinde bunun devlet açısından doğurabileceği sakıncalar, konuyla ilgili bir diğer araştırmacıya (Aytunç Altındal'a) atfen sıralanmaktadır. Böylece okurun "millî şuuru" harekete geçirildikten sonra, "eh, artık açılmasa da olur, hattâ açılmamalıdır, zâten açılmasını isteyenler devletimizi yıkmak için türlü tertip ve dayatmalar peşinde koşanlardır" demesi de sağlanmış olmaktadır. Lâkin Hasan Celal Güzel, okulun açılmasından "yanadır" ama, bu tavrı, gene "millî şuur"un desteğinde oluşmaktadır.

Korkmayın diyor, "Bizler Fatih'in torunları olarak, diğer dinlerin din adamlarına, mâbetlerine, inançlarına karşı saygılı ve hoşgörülü olmayı şiar edinmiş bir milletiz. Ayrıca, bu nevi faaliyetlerle İstanbul'u elimizden almaya kimsenin gücü yetmez." Gerçekten güzel. Sorun aslında doğrudan bu güzellikle ilgili değil. Zirâ, bu da bir tavırdır ve ideolojilerin kendi bağlamı içinde anlamlandırılabilir ve dolayısıyla "anlaşılabilir". Sorun, bundan sonrası ile. Bundan sonrası ise aktardığım "tavrın" sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

1. Hasan Celal Güzel de okulun, kimilerince hiç de yanlış olmayarak "Cumhuriyet'imizin namusu" addedilen Lozan Antlaşması'nın 40. maddesi kapsamındaki okullardan olduğunu teslim ediyor. Ancak Güzel, Lozan'da 37-45. maddeler arasında "Gayrimüslim Azınlıklar" başlığı altında yer verilen düzenlemelerde sözü edilen hakların, 45. madde uyarınca Yunanistan ile Türkiye arasında "mütekâbiliyet"i gerektirdiğini ileri sürüyor. Bilmiyorum kaç defa yazılıp söylenmiştir ama, hakikâten hiç alakası yok.

Mütekâbiliyet, iki devlet arasında ve o devletlerin vatandaşlarının hakları ile ilgili olarak gündeme gelebilecek olan bir konudur. Burada söz konusu olan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan gayrimüslimler ile Yunanistan vatandaşı olan "Türkler", yâni Lozan'daki tabirle "Yunanistan'daki 'Müslüman azınlık'"tır.

Lozan'da "gayrimüslim azınlıklar" ile ilgili düzenlemeyle getirilen hakların özneleri bazen sadece gayrimüslimler, bazen de bir bütün olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır ve bilindiği gibi Türkiye'de gayrimüslimler sadece "Ortodoks Rumlar"dan ibâret olmayıp, Ermenileri, Yahudileri, Süryanileri ve diğer kadîm Hıristiyan cemaatlerini de kapsamaktadır ve bunların bir bölümünün Türkiye dışında, "sözde mütekâbiliyet" arayabileceğimiz bir devletleri bile bulunmamaktadır. Sadece Güzel tarafından değil, "ulusalcı-sol" çevrelerce de paylaşılan bu "yanlış" görüş, maalesef, geçmişte örneğin Türkiye vatandaşı olan (ve dolayısıyla Anayasa'ya göre "Türk" olan) Fener Rum Patriği'nin de "yabancı" sayılması, bazı yüksek mahkeme kararlarında Türkiye vatandaşı gayrimüslim vakıflarından "yabancı vakıflar" diye söz edilmesi türü abesle iştigâl örneklerine de yansıyan bir dar milliyetçi zihniyeti yansıtmaktadır.

Heybeliada Ruhban Okulu, Lozan'daki düzenlemeler kapsamında yer alan bir kurumdur, doğru. Lâkin Lozan'da mütekâbiliyet söz konusu değildir. Yâni okulun açılması, Yunanistan'da da benzer bir okulun Müslümanlar için açılmasını gerektirmez.

2. Bu da bizi, Güzel'in yazısındaki bir diğer eleştirilmesi gereken noktaya getirmektedir. Son zamanların moda hâline gelen deyişiyle soralım, "Velev ki mütekabiliyet olsa", Heybeliada Ruhban Okulu'na tekâbül edecek okul ne olabilir ki, Yunanistan da böyle bir okul açsın? Güzel'in cevabı gerçekten güzel: Ruhban Okulu'nun Türkiye'de açılmasına karşılık Yunanistan'da da "İslâmi İlimler Fakültesi" veya "Yüksek İslâm Enstitüsü" açılmalıdır.

Güzel, böyle bir "mütekâbiliyet" kurarken, herhâlde bu okullardan mezun olacaklara dâir –hâşâ!– "Müslüman ruhban" çağrışımını yaratmayı aklından geçirmiş olamaz. Bence, Güzel'in yazısı, bu konuda ABD ve AB'nin arabuluculuk yapması talebini de içermesiyle birlikte, aslında "Heybeliada Ruhban Okulu nasıl açılamaz?" sorusuna örnek bir cevap olarak okunmalıdır.

Kanımca, 1844'te kurulmuş ve "Cumhuriyet'imizin namusu" Lozan'ın 40. maddesinin güvencesi altındayken, 1974'te alevlenen Kıbrıs sorunu atmosferine kurban giden ve bugün hâlâ aynı dar milliyetçi açıdan değerlendirmelere tâbi kılınan Ruhban Okulu, Lozan'a uygun olarak ve Patrikhane'nin istediği gibi açılmalıdır.

Böylece, hem Türkiye'de reform sürecinin önünü tıkayan dar milliyetçi zihniyet kalıplarını besleyen bir sorun ortadan kalkmış, hem Türkiye demokrasisinin çağdaş çokkültürlülük standartlarıyla uyumlu hâle gelmesi yönünde çok önemli bir adım atılmış olur.

LYS'nin Genel Özellikleri

Yeni Üniversiteye Giriş Sisteminde Tercihler