Bundan 47 yıl önce İstanbul Boğazı'nın iki yakasında bulunan Poyrazköy-Rumeli Kavağı arasında denizin üstünden yürümek mümkün olmuştu. Hayır, bu hikaye Hz. Musa ve Kızıldeniz macerasının 20'nci yüzyıl versiyonu değil. 24 Şubat 1954'te
İstanbul Boğazı'nın sularına bakanlar - 2001 yılında sıkça gördükleri gibi - parlayan güneşin yansımasını değil, buz parçaları ve minyatür buzdağları gördü.
Çünkü Tuna'dan Karadeniz'e akan büyük buz blokları uzun seyahatlerine Boğaz'dan devam etmeyi uygun görmüşlerdi. Büyükdere, Çengelköy ve Kanlıca kıyıları koyları buzla doldu. Ortaköy önleri de öyle. Ve gerçekten de Poyrazköy ve Rumeli Kavağı arasında yürüyerek karşıdan karşıya geçenler oldu. Vapur seferleri iptal edildi. Buz akımı da Mart'a kadar sürdü.
İşte tarihçi Eser Tutel'in ağzından, kimi kitaplarında da anlattığı üzere, eski
İstanbul kışları: 401 yılında, Bizans İmparatoru Arkadius zamanındaki donma 20 gün sürmüş. 739 yılında bir kez daha... 755'teki kışta ise Karadeniz kıyılarının, bütün Haliç'in, hatta Marmara'nın kuzey kesiminin baştan sona buzlarla kaplandığına dair belgeler var.
763 kışında Haliç'in çevresindeki kıyılar 100 adım mesafeye kadar donmuş. Hem de yer yer 30 metre derinliğe kadar. Karadeniz'deki buzlar çözülürken, kütleler kenetlenince Boğaziçi ve Haliç tıkanmış. Dönemin metinlerinde, insanların ve hayvanların Üsküdar'dan Galata'ya yürüdükleri yazıyor.
Tam 100 yıl sonra bu hadise yeniden gerçekleşmiş. Sonra 928'de bir daha. Üstelik buzların erimesi dört ay sürmüş. Ardından 934'te bir daha... 1232'de bir daha.
İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu'nun himayesine girdikten sonraki ilk büyük don olayı 9 Şubat 1621'de gerçekleşmiş. Yine Boğaziçi ve Haliç donmuş. İnsanlar çoluk çocuk, yaşlı genç demeden Üsküdar'dan Galata'ya yürümüşler; buzların arasında sıkışıp kalan kayıkların arasından geçerek.
1823'te, II. Mahmud padişahken yaşanan dondurucu soğuklarda sadece Haliç değil, şehrin çeşmeleri de donunca halk susuz kalmış. 1878 yılında aynı olay yaşandığında, Osmanlılar, Plevne'de Ruslar'la savaş halindeymiş. Rumeli'yi kırıp geçiren soğuklar nedeniyle Sultan II. Abdülhamid orduya yardım gönderememiş.
Günümüzde hayatta olanların anımsayabilecekleri en şiddetli kış 1929 kışıdır. Önce, şubat ayında Haliç dondu. Ardından 1 Mart'ta Karadeniz'den Boğaz'a giren büyük buz kütleleri limanın ağzına yığıldı, şehir hattı vapurları çalışamadı. Sadece Galata Köprüsü-Harem seferleri yapılabildi. Köprü ile Kadıköy arasındaki seferler de aksadı. Buzların üzerinde bulunan, Macar katanalarına ait nal izleri, bu buzların Tuna'dan geldiklerini gösteriyordu.
Çocukların hokkalarındaki mürekkeplerin bile donduğu, kümeslerde yaşayan tavukların kaskatı kesilerek buzdan heykele döndüğü o günleri yaşayanlar, ağaçlarda donarak dallardan düşecek kuşları kapmak için ağızları açık, ağacın altında bekleyen uyanık sokak kedilerini anlatırlar.
Haliç'in tümü, Boğaz'ın da bir bölümü donunca tarihçi Vasıf durumu "Deniz 68'de dondu, buzdan bendeniz geçtim" diye nakletti.
Osmanlı döneminde buz kütleleri Karadeniz'den geldikçe devrin müneccimleri olayı uğursuzluğa yormuşlar, şehri büyük faciaların beklediğine inanmışlar.
Dönemin şairlerinden Seyyid Haşimi, bu olayla ilgili olarak şu mısra ile olayın geçtiği tarihi Hicri takvime göre de belirtiyordu: "Yol oldu Üsküdar'a, bin otuz'da Akdeniz dondu!
"Lütfen ve mana ana dedi Neşati tarih. Be meded dondu bin otuzda soğuktan derya!"
1755 yılında yaşanan soğukta Haliç'in bütün, Boğaz'ın da önemli bir bölümü donunca halk Defterdar ile Sütlüce iskeleleri arasında halk denizi yürüyerek geçmiş. Bu olayı tarihçi Vasıf şöyle naklediyor: